Hapishaneye geldiğimde tüm eşyalarımı bırakıp içeriye geçtim. Sandalyeye oturduğumda Vladimir hâlâ gelmemişti. Hazır gelmemişken dönüp gitmeyi düşündüm. Çünkü ilk defa gergindim, kalbim çarpıp duruyordu ve göğüsümü sıkıyordu. Ne olmuştu bana? Ben bu kadar korkak olmazdım.

Hayır Theron, korkak değilsin. Sadece her insan gibi endişe gösteriyorsun. Bunlar en normal insan tepkileri.

Gardiyan kapıyı açtığında elleri kelepçeli bir şekilde gelen Vladimir’i gördüm. Hiç değişmemişti, formu hâlâ aynıydı. Uzun boylu, geniş mi geniş koca bir sırtı vardı. Beli de inceydi, üçgen bir vücuda sahipti. Beni gördüğünde gülümsedi. Karşıma oturdu, kelepçeleri çözülmedi. Gözleri masmaviydi, siyah saçları önüne düşüyordu. Üstünde sıkı bir uzun kollu bir siyah tişört vardı. Çocukluğundan kalma, yüzünde; kulağının hizasından, dudağının kenarına kadar gelen bir dikiş izine sahipti.

İki eliyle birlikte telefonu aldı ve kulağına götürdü. Yüzünde hâlâ yumuşak bir gülümseme vardı. “Moy dorogoy malchik.” (Benim kıymetli oğlum.) Kaşlarımı çattım, içim nedense koruma iç güdüsüyle birlikte öfkeyle doldu. “Beni görmeye gelmen çok şaşırtıcı. Uzun zaman oldu.”

“Özlediğimden değil.” Hafifçe başını yana eğdi, mavi gözleri tüm içime bakıyordu sanki. Her ne kadar onun gözlerine bakarsanız içiniz o kadar kötü hisle dolar. “Bir şeyler planlıyorsun, değil mi?” Şaşırmış gibi yaptı. “Hapishanedeyim, müebbet cezam var. Ne planlayabilirim? Seferimi patlattıktan sonra tüm ekibim dağıldı. Tehdit mi ediliyorsun?”

Sessiz kaldım. O da sessiz kaldı ama gülümseyerek bana bakmaya devam ediyordu, bir şeyler düşünüyordu. Sırıtması genişlediğinde hafifçe başını eğdi. “Bakışların değişmiş, eski Theron yok. Yumuşamışsın, birisi var, değil mi?” Gözlerim öfkeyle genişledi, öldürme arzusu tüm damarlarımdan akmaya başladı. “Ahaa, yakalandın. Kaybetmekten korkuyorsun, o yüzden o kadar zahmet edip buraya kadar geldin.”

“Kes sesini, öyle bir şey söylemedim.”

“Seni tanıyorum, Theron. Bakışlarından belli. Eskiden böyle bakmıyordun, etrafa korku salardın. Şimdi sadece ürkek bir tavşan görüyorum.” Gülümsemeye devam etti. Başını geriye yasladı. “Kendimden biliyorum, eskiden bende öyleydim. Ama hassas noktanı insanlarla paylaştığında neler olur, biliyorsun değil mi? Ben bir şey yapacağımdan değil, başkalarının bir şey yapabileceğinden. Sadece bir abi tavsiyesi.”

“Hm, biliyorum.” Arkama yaslandım. “Ama sende benim seni nasıl dövdüğümü unutmadın, değil mi? Hâlâ AltEdilemez olduğumu… unutmadın.” Sırıttım. Gülümsemesi yüzünden düştüğünde tüm suratı gevşedi. “Sayende insanlar beni artık AltEdilemez diye çağırıyor, paraya da para demiyorum.” Onu kışkırttığımda suratının öfkeyle dolduğunu gördüm. “Ne? Kızdın mı?” Eğer o beni alttan tehdit ediyorsa, bende kışkırtmasını iyi bilirdim. “Bakışlarım yumuşadığı için korktuğumu mu zannediyorsun? Hayır. Sevdiğim birisine zarar ver, o zaman ne yapacağımı düşün ve bundan kork.” Gülümseyerek cama yaklaştım. “İçeri girer, yumruklarımla öldürürüm seni. Kendi kanında yavaş yavaş boğulursun. Gözlerime bakarsın, konuşamayacak hâlde o iğrenç gözlerinle bana yalvarırsın. Dişlerini teker teker yutarsın.” Yüzünde ki öfke daha da derinleşince zevk aldım, dudaklarımı dilimle ıslattım ve ısırarak sırıttım. “AltEdilemez’liğimi tekrardan hissetmek nasıl hissettiriyor?”

“Balovnik zasranka.” (Şımarık velet.) Dişlerinin arasından tısladı. Gülümseyerek sandalyemi geriye çektim. “Planladığın şey neyse vazgeç, yoksa seni pişman ederim Vlad.” Ayağa kalkıp tam arkamı dönmüşken konuştu. “Bednyy rebyonok…” (Zavallı çocuk…) “…gözlerinin önünde tüm ailesinin ölüşünü seyretti.” Yutkundum, gözlerim genişledi. Kalbim hiç çarpmadığı gibi çarpmıştı, sanki ağzımdan fırlayacaktı. Aidan’dan mı bahsediyor? “Gövdesinde kocaman bir ağaç ile, abisine kenetlenmiş bir şekilde.”

Hızla cama yapıştım ve telefonu tek elime aldım. “Seni öldürürüm, orospu çocuğu! Aklından bile geçirme!” Sırıttı, göğsünü gerdi ve kıkırdadı. “Bu kadar belli etmeseydin keşke.” Cama yumruk attım. “Sakın, yemin ediyorum Rusyaya gider biricik kız kardeşinin cesedini hapishaneye postalarım, leşiyle özlem giderirsin!”

“Sakin ol, sakin ol. Ufacık bir veletle neden uğraşayım? Zaten yeterince acı çekmiş.” Gülümsedi. “Onunla işim yok, sadece bildiğim var.” Görüşüm kararıyor ve karıncalanıyordu. Başım öfkeden dönüyordu. “Sana neden inanayım? Ha! Neden inanayım! Öksüz piç!”

“Çünkü benim tek derdim sensin de ondan, onunla bir işim olmaz.” Dişlerimi sıktım, kalbim deli gibi çarpmaya devam ediyordu. “Eğer ona zarar verirsen… kılına bile dokunursan…”

“Tamam, tamam, tehditlerine doydum. Sadece benimde salak olmadığımı unutma.”

“Unutmayacağım tek şey eğer ona dokunursan seni öldüreceğim olacak. Senin için ise sadece son anda gördüğüm gözlerim. Orospu çocuğu.” Telefonu bıraktım ve çıkma için hızlı adımlarla ilerledim. Arkamdan bağırdı. “Paka paka, malchishka!” (Bay bay velet!)

Hapishaneden çıktım. Göğüsüm şiddetle kalkıp iniyordu. Gözlerim hâlâ kararmaya devam ediyordu, sesler boğuktu. Başım dönüyordu, etraf dönüyordu. Zihnimde ki bir çok ses aynı anda konuşuyordu, kanımdan vahşet akıyordu. İçimde kana doymamış vahşi kaplan çıkmak için kaburgalarımı parçalıyordu sanki. “Siktir… hah… hah…” Yumruklarımı sıkarken enseme soğuk terlerim damladı. Omurgamdan akıp giderken irkildim. Şakaklarımdanda aktıklarında yüzümü ovaldım. Sinirden yumruklarımı sıkarken avuçlarımı kanatıyordum. Ona zarar veremez, kimse Aidan’a zarar veremez.

“Hey.” Aidan omzuma dokunduğunda irkildim ve refleks olarak onu ittirdim. Sesler azalırken etraf dönmeyi kesti. Nefesim yavaşladı. “İyi misin? İçeride bir şey mi oldu?” Yutkundum, başımı ovaladım. Ona söylemeli miyim? Hayır… endişelenmemeli…

Hafifçe gülümsedim. “Hayır, sanırım tansiyonum düştü.” Kaşlarını çattı ve başını eğerek yüzüme baktı. “Emin misin? Çok kötü görünüyorsun, betin benzin atmış. Bir şeyler yemeye gidelim istersen.” Gergin bir şekilde başımı sallayarak onayladım. Avuçlarımı görmesin diye elimle kapattım. “Önden ilerle.” Motoruna doğru gitti. Onu takip ederken avuçlarımı kapüşonlumun içine sildim.

Ne yapacağım? Eğer ona bir şey olursa… zamanında orada olmazsam…

Sikeyim, aklımı kaçıracağım, lanet olsun. Neden böyle oldu bir anda?

Yavaş yavaş nefesimi alıp verirken motorun yanına geldim. Benimkinin yanına çekmişti o da. Eldivenlerimi giydim. “Gerçekten iyi değilsin, hastaneye gidelim mi? Vladimir bir şey mi dedi?” Ona baktım. “Sakin ol, sence o mafya bozuntusu beni bozabilir mi? Tansiyonum düşmüş olmalı.” Bana inanmadı. Aidan bu, tabii ki inanmayacak. Onu kandıramam.

Kaskımı yavaşça taktım. Motorumun üstüne bindim. “Beni takip et.” Onayladı. Motoru çalıştırdım, ısındıktan sonra ilerlemeye başladım. Koruma iç güdüsü, Aidan’ı kaybetme korkusu, sevdiğime zarar geleceğinin korkusu tüm bedenime doluştu. Kaplan kaburgalarımı kırıyordu.

Gazı kökledim, motorun arka tekeri yolu resmen sağa doğru yırttı. İnce bir duman yükselirken motorun arkası kontrollümle birlikte yana kaydı. Lastiğimin sesi bir kaplanın sesi gibiydi, içimden çıkmak istiyordu. Direksiyonu toparladım.

En sonunda hiçbiri içimde kalmadı. Bir anda kaplan kaburgalarımı kırdı, derimi ve etimi yırttıktan sonra içimden fırladı. Debriyajı bırakıp gazı sertçe açtım. Ön teker havaya kalktığı an gövdemi geriye verdim, makinam şahlanarak havaya kalkmıştı.

Havadayken motorumun sesi bir kaplanın kükremesi gibiydi. Saldırmak üzereydi. Vites pedalına sertçe bastım, dişli değiştiğinde kaplan daha da kükredi. Ön teker havada süzülürken önümde iki şerit uzanıyordu. Direksiyonu hafifçe kırdım, makas atar gibi sağa sola süzüldüm. Sırıttım, motorum bana itaat ediyordu.

Kontrollü bir şekilde arka frene bastım ve motor yere indi. Aidan yanımdan geçerken bakışlarını bana dikmişti. Aynalı vizöründen göremiyordum ama kızdığını fark etmiştim. Başımı salladım, onayladı. Elimi havaya kaldırıp üçe kadar saydım, üçe geldiğimde hızla elimi indirdim ve birlikte bastık. Bana karşı hiçbir şansı yoktu çünkü üçüncü vitesim zaten onun son hızıydı.

Yemek yemek için bir yere geldiğimizde motorları park edip indik. Eldivenleri ve kaskı çıkararak ona baktım. “Üçten sonra vites bile atmaman çok kırıcı gerçekten, biliyorsun değil mi?” Gözlerimi kısarak gülümsedim ve başımı sallayarak onayladım.

İçeriye geçtik, karşılıklı oturduktan sonra siparişleri verdik ve beklerken birbirimize baktık. “Artık anlatacak mısın?”

Derin mi derin bir iç çektim. Dirseğimi masaya yasladım ve elimi yüzüme koydum. “Off…” Endişeliydi, şu an meraktan geberiyor olmalıydı. “Vladimir’in senden haberi var.” Göz göze geldiğimize şaşırdığını gördüm ancak korkmamıştı. “Sorun şu ki, senden haberi olması için dışarıdan birisinin haber vermesi gerekiyor.”

Derin bir nefes aldı, biraz başını ovaladı. “Nicolas’ın sence bundan haberi var mı?” Gözlüğümü saçlarıma ittirdim ve kollarımı göğsümde birleştirerek arkama yaslandım. “Bilmiyorum. Vladimir çok öncede öğrenmiş gibi görünüyordu, yani bence Nicolas’ın bundan haberi var.”

“Yani Nico—“

“Ahhh! Off, bilmiyorum ya. Düşünmek istemiyorum.” Gerçekten düşündüğümüz şey olabilir mi? Nicolas bir köstebek olabilir mi? “Hayır, o bizim dostumuz. Bize asla böyle bir şey yapmaz. Satmaz bizi, Vladimir çok gizli iş yapıyor olmalı…” Cevap vermedi, sessiz kaldı. “Daha dikkatli olmalıyız, bence o adamın da rus olması tesadüf değil.” Başını sallayarak bana katıldığını belirtti.

“Daha fazla bunları düşünmek istemiyorum, sadece yemeğimizi yiyelim ve bir süre bunun hakkında konuşmayalım, gerçekten midem bulanıyor.”

“Tamam…” Biraz sessiz kaldıktan sonra başka bir sohbete daldık. Emindim ki ikimizin aklındada hiçbir şekilde çıkmıyordu. Yemeklerimiz geldiğinde yemeğe başladık.




user

Nicoysa ihanetlerin kralıdır ya köpek nico

Novebo discord sunucusu